Eskiden Ramazan ayında komşular iftar yemeğine çağırılırdı. Yarım saat önce gidilen bu evlerde hazırlıklar yapılmış olur, son eksikleri de el birliğiyle tamamlarlardı. Neredeyse çapı 2 metre olan yuvarlak tahta sinilerde 8-10 kişi karnını doyururdu. Birkaç odaya bu sinilerden kurulur, etrafına insanlar yerleşirdi. Dizlerinin üzerine sofra bezlerini çekerlerdi, yere ekmek ufağı dökülmesin diye. Eğer birine yer kalmamışsa sıkışılır, kaşıkları çarpışır ama mutlu mesut yemek yenilirdi. Genelde çocukları bir masada toplamaya gayret ederlerdi. Büyükler rahatsız olmasın, çocuklar birlikte daha eğlenceli bir yemek yesin diye düşünürlerdi herhalde.
Top patlamadan evvel yani iftar olmadan sofralarda kahvaltılıklar yer alırdı. En son sıcak sıcak (kardeşimin yaptığı gibi pideler) bölüşülür ve oruçlar açılırdı. Sanki bütün gün boyunca yemediğiniz tüm öğünlerdeki yemekler sofrada bulunurdu. Kahvaltılıkların içinde yer alan ve genelde ramazan sofralarında yediğim peynirli soğan karışımını pek severdim. Soğanı yatay bir şekilde ince ince doğrarlar, köy peynirini rendelerler ve karıştırırlardı. Mutlaka pideden bir parça koparıp bandırarak elinizle yemeliydiniz. Usulü buydu. Kahvaltılık zeytin, peynir, pekmez-tahin, çeşit çeşit ev yapımı reçeller sofrada bulunurdu.
Ardından çorba servisi başlardı. Tavuk suyuna şehriye çorbası varsa, ana yemekte tavuk var demekti. Bu ne demek? Tavuğun eğer lades kemiği size rast gelirse, sofrada uygun gördüğünüz birisiyle lades tutuşabilirdiniz. Tavuğun yanında sunulan pilava nohut katılırdı. Ortada herkesin ortak yiyebileceği kadar salata ve cacıklar vardı. Çorba olarak bazen düğün çorbası yapılırdı. Hani şu pirinçli ve yoğurtla yapılan çorbadan. Tarhana çorbasını günlük hayatta bolca tükettikleri için, ramazanda misafirlere yapmazlardı. Saygısızlık olarak mı görürlerdi kim bilir!
Ana yemekle birlikte insanlar doygunluk hissine ulaşırlardı ama yemek bitmezdi. Tatlı olarak ya üstü kaymaklı ekmek kadayıfı yada höşmelim denilen peynir tatlısı yapılırdı. Höşmelim yemediyseniz hayatınızda eksik var demektir. Süperdir. Ortaya koca bir sininin içinde getirilir. Hep birlikte kaşık sallar, yedikçe yersiniz.
Artık sofralar yavaş yavaş kaldırılmaya başlanır. Yemeğin servislerini yapan, eksikleri daima kontrol edip sağlayan yine akrabalardır. Onlar misafirlerle birlikte oturup yemezler, ayak üstü atıştırırlar. O akşam görevli sayılırlar. Ev düzenini bildikleri için, misafirleri hoş tutmak için hep ayaktadırlar. Ama onlar da başka bir eve davetlilerse otururlar, bu sefer başkaları görev yapar.
Çay servisi yapılacaktır. Sedirlere, divanlara büyükler oturur, yerde kilimlerin üstüne çocuklar kurulur. Çaylar içilir ve namazlar kılınmak üzere camiye gidenler, evlere dağılanlar olur ve bir iftar yemeği sona ererdi.
Biz çocuklar mı? Sırf bu görkemli iftar sofralarında içimiz rahat oturabilmek için bazen oruç tutardık. Bazen orucumuzu yerdik, çünkü unuturduk. Pazara gittiğimizde büyüklerimize yardımcı olur; biz çocuklara biber acı mı tatmak, elma mayhoş mu ısırmak düşerdi. Yani biz yine üstümüze düşen görevi yerine getirirdik Ramazanda.
Ortadaki salatayı hep birlikte yerdik, bir pideyi bölerek paylaşırdık, höşmelimi hep birlikte bitirirdik. Eskiden ramazanlar ortakça yapılanların en güzel ifadesiydi. Hoşgörünün ve sevginin yaygın olduğu dönemlerdi.
Hepinize eskiyi aratmayacak zamanlar diliyor, Ramazan bayramınızı kutluyorum.
SF
24 Eylül 2007 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
ahhhhhhhhhhh hosmerimin hepsini ben yerimde birakmam kimselere :D
Çok ilginçtir ki, bir zamanlar sinir bozucu olarak gördüğüm ve küçümsediğim "Bizim zamanımızda" kelimeleriyle başlayan cümlelerin bugün ne kadar doğru olduğunu kavramaya başlıyorum.
Gelen gideni arattığı gibi bazen her yeni gelen gün, bir öncekini aratır oluyor.
Bu yazı çok hoş ve insanın kalbine dokunan bir yazı olmuş.
Ellerinize sağlık
Yorum Gönder