1 Aralık 2007 Cumartesi

ESRA İÇİN YAZDILAR, ESRA İÇİN YAPTILAR ...




Nino

Esracigim,
Sen bilirsin severim ben pasta yapmayi. Burada surekli kermesler yapiyoruz onuda biliyorsun. Bugunku kermes icin bir pasta yaptim, ama bu pastayi senin adina gonderdim. Sanki sen yapmissin gibi. Cunku pasta satilacak parasiyla bir oyuncak alinacak ve bayramda yetimhanede bir minik ogrenciye verilecek, sevindirilecek. Sende ogrencilerini cok seversin bilirim, istedimki bu pastanin sahibi sen olasin, gittigin yerden bile, buradaki ogrencilere birseyler yapmis olasin istedim, bu nedenlede ben senin buradaki elin oldum, yaptim bu pastayi, sevabi senin, mutlulugu benim olsun Gulom. Pasta neden sari dersen, o da senin blogunda gizli, senin blogunun sarisindan esinlendim :) Begendin mi Gulom :) Zerrincigim dediki, Esra mantiyi cok sever, ama usenir yapmaz, gerci komsularinda yaparmis sanirim, bilmem onlarinki kadar guzel oldumu ama bizde anneannemle sana yaptik bu mantilari. Minicik minicik yapmaya calistim, Kayseri mantisi kadar minik olmadilar ama :) bu mantilar sirf senin icin Gulom. Bak bu manti fotograflarini Zerrincikte cok begendi. Sanirim ilk kez basardim ve bu senin icin oldu :) Sende begendin mi!!! Sana veda etmiyorum, etmicemde, dunya hayati gozunu ac kapa degilmi zaten. Sen simdi harika bir yere gittin, bizede o harika yerde bir yer ayirdin. Bir gun hep birlikte toplanip, yine Kevgir'i konusacagiz, unutmadan bulustugumuzda, 'hani bana dediydinya Aralik Kevgir'de seni cok calistiracam', bunun intikaminida alicam simdiden solim :) Sozlerime burada son verirken (eh bir ogretmene yaziyoruz mektubu azicik kurallara uyalim dimi, saygida kusur olmasin) tombik yanaklarimi, tombik yanaklarina degdiyorum canim, gozlerim kapali gulen yuzunu dusunuyorum, sen biraz uyu dinlen, pek yoruldun, gun geldigince beraber olacagiz...
SENI COK SEVEN NiNocan...
----------------------------------------------------------------------------------------------

Sfelsefeci --- Berrin Damgacı

BOŞ SANDALYE

Akşam yemeği hazırdı. Masayı kendi başına hazırlamıştı anne. Kızının göreviydi oysa. Memlekete ziyarete geldiğinde ailesini, yemeği annesi hazırlar, yemek masasını o kurardı. Hiç aksatmazdı bu görevini… “Neyse” dedi anne sevecenliği ve hoşgörüsüyle. Aile efradı oturdu masaya, kız yoktu ortalıkta. Sandalyesi boştu. Terkedilmiş gibi duran sandalyenin yanı sıra, anne masada soğuk bir hava hissetti. Boş sandalyeden mi geliyor bu derin sessizlik? Kızının görev yeri olan kasabada olduğunu hatırladı, içi rahatladı. Bir yerlerde var olduğunu bilmek, yaşadığını bilmek rahatlattı anneyi. Gerçeği kaç gündür benimsemek, içselleştirmek istemiyordu. Beyni de bir türlü kabul etmiyordu…

Her sabah olduğu gibi güneş açmış, gün yüzünü göstermişti. Kasaba aydınlanmış, işe gidenler hazırlıklarını yapmıştı. Okula yakın evler ilk zilin sesini duymuşlardı bile. Çocuklar sıraya girmiş, sınıflarına doğru sessiz bir şekilde içeri adım atıyorlardı. Sanki birileri ‘sessiz yönetim’ ilan etmişti ve bunu bütün çocuklar gönülden kabul etmişti. İlk öğretim okulunda bağırış çığırış seslerin, gülüşmelerin olması gerekirken, çocukça itişmelerin, şakaların olması gerekirken…
Derse giden öğretmenler, müdür odasının önünden yürürken kafalarını önlerine eğerek geçiyorlardı. Müstahdem her zamanki alışkanlığı ile müdüre hanımın odasının kapısını tıklattı. Sonra kafasını şöyle bir salladı, içeri girdi. Masanın üzerini bir bezle sildi. Boş sandalyeye uzun uzun baktı. “Çay getirmemi ister misiniz müdüre hanım?” dedi içinden, alışkanlıkla. Sonra çıktı odadan, kapıyı kapattı yavaşça, boş sandalyeyi yalnız bırakarak…

Bir öğle vakti, uzak bir diyarda, bir insan oturdu bilgisayar başına. Yalnız hissediyordu buralarda ama arkadaş edinmişti sanal alemde. Yüzünü bile görmediği, gerçekte hiç karşılaşmadığı arkadaşı vardı. Yeni fikirler sunuyor, yaşama sevinci veriyordu ona. Güç katıyordu düşüncelerine, omuz veriyordu. O öğlen oturdu, bir haber bekledi sanal arkadaşından… ses gelmedi. Karşıdaki sandalyenin boş olduğunu, bir daha haberleşemeyeceğini anladı. Omuzları çöktü. Yola birlikte çıktıkları ama yolun yarısında yalnız bırakıldığını anladı.

Yorum yazarken nefesini, yüreğini en güzel şekilde kullanırken, nereden bilsin yaşamak için gerekli olan nefesin yetmeyeceğini..

Güzel yüreğiyle, sıcak insan sevgisiyle, öğretici kişiliğiyle, mücadeleci ruhuyla küçücük bir kasabayı bilgisayarla büyük bir dünyaya dönüştüren müdüre hanım, “büyüleyenmutfakkokusu” , Esra öğretmen, öğretmenler gününden bir gün önce, şaka yapar gibi, bir sabah erkenden gitti.
Tanıdığı ve tanımadığı sevenlerine bir elvedayı bırakarak ardında.
Bütün sandalyelerini boş bırakarak.. gitti.

SF


------------------------------------------------------------------------------------------------

Yumurta Sepeti

HAYAT O KADAR TUHAF Kİ ...

Hayat o kadar tuhaf ki...henüz bloğum olmadan gezdiğim yemek sitelerinde herkesin birbirlerine yazdıkları yorumları okurdum. İçimden hepsi zaten arkadaşlar burda da birbirleriyle yazışıyorlar diye geçirirdim, o zamanlar bilemiyordum buranın çok büyük bir aile olduğunu ve aslında herkesin birbirini önemseyip, sevdiğini...Sesiz bir takipçi olarak günler günleri kovaladı ve bende bir gün blog açmaya kararverdim... Bloğum açıldı ben heycanla kendi çapımda birşeyler deniyordum. Fotoğraflar çekiliyor, bişiler yazıyorum, bir gün bir baktım hiç tanımadığım birinden bir yorum gelmiş, allahım o kadar mutlu olmuştum ki... günler günleri kovaladı ben de artık blogcuydum...

Esra ile yavaş yavaş başladı dostluğumuz, ben onu ziyaret ediyordum o beni...ne zaman hayatla ilgili birşeyler yazsam Esra’dan yorum gecikmiyordu...biliyorum o an karşılaşsak oturup saatlerce sohbet edebilirdik...

Duygu’nun haber vermesiyle öğrendim acı kaybımızı... iş yerindeki arkadaşlarıma söylediğimde inanamadılar... bir anda herkes çok üzülmüştü... boğazım düğümlendi, kendimi çok kötü ve garip hissettim... Bloglara giremiyordum şirketten, eve gider gitmez sayfasına baktım, en son yaptığı tarifi ve hastalığının ilerleyişini okudum... Hemen zerrinin sayfasına gittim ağlayarak okudum zerrinin yazısını...

Bana yorum yazıp cesaretlendiren, sayfasına baktığımda hayranlık duyduğum Esra’cığım... bilemezdim ki insanlar hiç görmeselerde, hiç dokunmasalarda, seslerini bile duymamış olsalarda, birbirlerine bağlanabilirler, sevebilirler... Ben seni çok sevdim, yüreğinin sıcaklığını, sofranın bereketini, hayatı paylaşma şeklini, yardımseverliğini, insanları yüreklendirmeni, cesaretini, azmini ve mütevazilğini... sen benim hiç görmediğim, yüzyüze gelemediğim sihirli arakadaşımsın, seni çok seviyoruz ve ne kadar güzel ki seni hep hatırlayabileceğimiz bir arşiv bıraktın bizlere ...

Huzurla uyu ...
Sevgiler
Aslı
-----------------------------------------------------------------------------------------------

Mutfakta Zen

Esra’yı yakından tanıdım desem yalan olur. İsterdim ama artık ancak dostlarının sözleri aracılığıyla tanıyabilirim onu. Esra’nın ardından yazılanlar, Zerrin ve Nihan’la konuştuklarım, hepsi insanın canını acıtan, derinden üzen şeyler ama en çok, en çok yaşananların nefesle olan ilgisinden etkilendim. Nefes öyle mucizevi bir armağan ki, o olmadığında, yani nefes alamadığımızda yaşayamıyoruz. Dergi için tariflerden birini yapmak, en azından daha önce yaptığım bir tarifi göndermek isterdim ama Zerrin’ciğim hepsi alındı çoktan deyince aklımda olan bu yazıyı paylaşmak istedim. Mutfakta Zen’in (Dharma, 2003) ‘Nefes Almada Farkındalık’ başlıklı yazısı bu. Esra’yı geri getiremese de bu yaşamsal mucizenin daha çok farkına varabilmemiz için ufak bir okuma.

NEFES ALMADA FARKINDALIK

Ah kokular! Yeni doğmuş bir bebeğin kokusu, yağmurdan sonra toprağın kokusu, fırından yeni çıkmış bir somun ekmeğin kokusu. Nasıl da zihnimize kazımaya çalışırız. Şöyle derin bir nefes alır, karnımızı şişiririz. Uzun uzun koklar, bir an için nefesimizi tutar, kokunun tüm hücrelerimize yayılmasına izin verir, sonra da cimri biriymişçesine yavaşça, korka korka salıveririz o nefesi. Bu son nefesimizmiş de vermek istemiyormuşuz gibi. Sanki o kokuyu bir sonraki nefeste yeniden algılayamayacakmışız gibi.
Peki ya kızgın ve öfkeli olduğumuzda? Göğsümüz hırsla inip kalkar, birbiri ardına sıralarız nefeslerimizi. Kalbimiz gümbür gümbür atar, beynimiz zonklar ve motorlu hızıyla nefes alırız. Güzel bir kokuyu aldığımız zamanki davranışımızdan ne kadar da farklı.
Bir bebeğin nefes alışını izlediniz mi hiç? Hele de o masumane ifadesiyle, huzur içinde uyurken. Burnundan nefes alır bebekler, eğer ki burunları tıkalı değilse. Nefes alırken karınlarını iyice şişirirler, oksijen güzelce yayılır bütün bedenlerine ve yine burunlarından nefeslerini usulcacık verirken, karınları iner, ta ki bir sonraki nefes alışa kadar. Aynı tempoyla, acelesiz, telaşsız nefes alıp verirler.
Sonra bebekler büyür, o eski alışkanlıklar unutulur hızlı hızlı nefes alıp vermeye başlarlar. Nefes alırken karınlarını içlerine çeker, omuzlarını yukarı kaldırır, nefes verirken de karınlarını şişirirler. Genellikle de hızlı diyebileceğimiz bir düzendedir nefes alış-verişleri. Peki deseler ki size yaşadığınız süre içinde tüketmek üzere 10 milyon nefes hakkı verildi. Bu sayıyı doldurduğunuzda öleceksiniz. Hızlı hızlı mı nefes alıp vermeyi seçerdiniz, yoksa ağırlaştırır mıydınız nefesinizi?
"Birçok kişi doğru nefes almayı bilmemektedir. Nefes alırken ağızdan ve sığ nefes almak çok yaygın bir alışkanlıktır. İnsanların büyük bir kısmı nefes alırken omuzlarını kaldırır ve karınlarını içeri çeker. Oysa bu tür bir nefeste sadece akciğerlerin üst kısmı kullanılmaktadır. Bu da bedene daha az miktarda oksijen gitmesi demektir. Bu durum bitkinliğe, cansızlığa yol açmakta ve bedenin hastalıklara karşı direncini azaltmaktadır. Doğru ve derin nefes almak için önce omuzlarınızla değil karnınızla nefes alıp vermeyi öğrenmeniz gerekir. Doğru nefes burundan alınıp verilir ve akciğerlerin bütünü kullanılır... Zihinle nefes arasındaki ilişki aynı zamanda kişinin ruhsal durumunu da gösterir. Öfkelendiğinizde ve korktuğunuzda nefesiniz sığ, hızlı ve düzensizdir. Oysa rahat ve gevşek olduğunuz durumlarda nefesiniz yavaş ve sakindir. Bu da ruhsal-zihinsel durumunuzun nefesinize yansıdığını gösterir. Öyle ise doğru ve derin nefes almayı bilmeniz zihninizi sakinleştirmenize de yardımcı olacaktır." ** Esra Bilal & Lütfü Bozkurt, Yoga ve Meditasyon, Okyanus Yayınları, İstanbul, 1995
----------------------------------------------------------------------------------------------

…Bu defa ki etkinlik Selen'in o güzel katkıları ile ve süper fikri ile şölene dönüşecek bence çünkü işin içinde çocuklar var. Onların ellerini dokundurdukları herşey süper oluyor. E bu etkinlikte yine bizimle beraber çocuklarımız.

Selen'i yaptığı ve önerdiği işlere katılırım. Sevgili dost kevgirin ilk gününden beri yanımızda… Bu etkinliğe katılmamın yegâne sebebi ise onun dost ve gülen yüzüdür…


Ne de güzel bahsetmiş benden sevgili Esra’cığım. Onun dost yüzü ve eğlenceli yazılarıyla çok geç tanıştım. Buna vesile olan ise Zerrin ve Kevgir oldu. Kevgir Esra’nın biz blog sahiplerine bıraktığı en güzel hediyelerden biri. Aralık sayısına da Esra’ya özel bir sayı olarak sunulma görevi düştü tabi ki. Bakalım büyücü hanım beğenecekler mi?

Birkaç gündür Esra’nın güzel tariflerini siz sevgili blog sahiplerine dağıtmaya çalıştık. Tarifler hepinizin elinde yeniden hayat buldu, karınlarınızı doyurdu, evlerinizi şenlendirdi. Liste takipçisi olarak bana Esra’nın tariflerinden pay düşmedi. Önceliği sizlere verdim doğal olarak. Fakat ben de sizler için Esra’nın bir yazısında bahsettiği fındıklı bisküvileri ve merak ettiği fakat hiç yemediği enginarın yemeğini pişirdim. Tarifleri sayfamda bulabilirsiniz.

Esra bir yazısında demiş ki:
Eskiden beri bisküviler yer etti hayatımızda. Uzun finger bisküviler, kare pötibörler. Öyle şimdiki gibi paketle de değil. Ufacık ufacık harçlıklar biriktirilir bakkal amcaya koşulur, “Şundaaaaaaaaaaaan, bundaaaaaaaaaaaaaaaaaannnnn bide artarsa tabiî ki gofret bakkal amca” amca da genelde sonu gelmeyen istekler sonucunda “bücürrrrrr yok artık azıcık paranla bakkalı satın alsaydın” der moral bozulur ama bisküvileri eline alınca tüm hüzün bir anda yok olurdu.Tabiî ki eve çok geç gidilmesi lazım. Çünkü evde başka bir yeme canavarı kardeş yaşamaktadır. Eve varmadan tüm bisküviler özenle bitirilir. Eve geç gittiğinden dolayı annenin bakışları da beni bitirir. Ama paylaşmaktansa buna değerdi sanırım. He he he. (pisim evet)Hepimizin favori bisküvileri de vardır eminim. Benim ki fındıklı bisküviler.

Kendisi fındıklı kurabiye tarifi vermiş. Ben de ona fındıklı bisküvi yapıp ikram etmek istedim.

İkinci tarifim ise özel Uzakdoğu soslu enginar. Öncelikle neden enginarı seçtiğimi anlatayım. Sevgili Esra’nın doğum günü 10 Kasım. Öğretmenlik gibi Atatürk’ün gözdesi olan yüce bir mesleği yapan Esra için doğum günü ayrı bir önem taşıyor. Fakat Esra küçükken 10 Kasım’larda hep üzülürmüş. Neden mi?

"Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim düşüncelerimi,benim duygularımı anlıyorsanız, bu yeterlidir"
M.Kemal ATATÜRK
Sevgili Atam, inan anlıyorum ve anlatmak içinde elimden geleni yapıyorum...
Bu kadar doğumgünü arasında bu günü seçmiş olmak, çocukluğumda beni ağlama krizlerine soksada :) (((amcam benim doğmam için Atatürk'ün ölmek zorunda kaldığını söylerdi. Koca bir millete karşı işlediğim suçluluk duygusuyla ölürdüm ağlamaktan ))) :):):).
Şu an senin adınla yanyana geçen bir günü bile seviyorum...
Not: Yaşımı soranı üzerim :):):) Niye mi? Yahu otuzu geçtikten sonra hep 30...
Sevgiler


Esra’ya tarif hazırlamadan önce bizlerin ve onun çok sevdiği Atatürk’ümüzün sevdiği yemekleri merak edip ufak bir araştırma yaptım. Kültür ve Turizm Bakanlığı web sayfasında Prof. Dr. Mahmut Tezcan’ın hazırlamış olduğu bir yazıyı buldum. Bu yazıya göre Atatürk;

Sabah kahvaltısında; çay, kahve içiyor, fazla bir şey yemiyordu. Soğuk ayranla, bir dilim ekmek yerdi. Bazen bir kâse yoğurt yer, sonra sütlü kahve içerdi.
Öğle yemeği: Bir iki dilim ekmek yerdi. Etsiz kuru fasulye, pilav çok sevdiği yemekti. Kuru fasulyeye, “yağlı fasulye” derdi. Ayran ve limonata içiyordu. İki dilim ekmeği ayrana batırarak yiyordu. Yoğurt da ayrıca yiyordu. “Kuru fasulyeye okulda alıştım” demiştir. Kışla yemeği, askerî yemek sayılmıştır kuru fasulye.
İkindi üzeri ekmeksiz bir bardak ayran içerdi.Sofradan genellikle doymuş olarak değil, aç kalkarmış.
Akşam yemeği: Akşam yemeğinin ayrı bir önemi var. Konuklarıyla birlikte yiyordu. Devlet görevi akşam yemeklerinde devam ediyordu.
Omlet seviyormuş, özellikle gece geç saatlerde acıkınca peynirli omlet yermiş. Sahanda yumurta da severmiş. Etli taze bamya de sevdiği yemeklerden. Karnıyarık da severmiş. Onu pilav karıştırarak yermiş. Haşlanmış kuşkonmaz da sevdiği bir yemek.
Enginarı hiç yememiş. İstediği halde hiç yiyememiş. Hastayken enginar yemek istemiş. Hatay'dan ısmarlamışlar. Fakat kendisi komaya girmiş ve yiyememiş. Arasıra fava denilen zeytinyağlı, limonlu bakla ezmesinden istediği olurdu. Tatlılarla arası pek iyi değilmiş. Ama gül reçeli severmiş. Kahveyi orta şekerli içermiş. 10-15 fincan içermiş. Hergün 40-50 sigara içermiş. Meyvalardan kavun seviyormuş. Kavrulmuş, tuzlu leblebi, fıstık da sevdiği yiyeceklerden. Soğan, sarımsak, pastırma gibi kokulu yiyecekleri sevmiyormuş. İçkilerden rakı ve bira içiyordu. Sofrasında çeşit bol değilmiş. Köşkte hazırlanan yemekleri yiyordu. Çocukluğunda annesinin yaptığı Selanik'in ıspanaklı böreğini çok severmiş. Seyahatlerinde gittiği yerlerde kendisine ikram edilen yörenin yemeklerini zevkle yermiş.
Siroza yakalanıp halsiz düştüğü günlerde tatlı yemesi gerektiğinde Yanya tatlısı ve irmik helvası çok hoşuna gitmişti.


Sevgili Esra’ya ikinci hazırlayacağım tarif Atatürk ile ortak sevdiği bir yiyecek olsun istedim. Zerrin ile konuşurken enginar dediğimde Esra hiç enginar yememiş dedi. Bu yüzden de Esra’ya bir sürpriz yapıp enginar pişirmek istedim. Hem de çok pratik, hafif ve lezzetli bir şekilde. Tarif ‘Cook Book Style Yemek Kitabı’ndan. Ben ufak tefek değişiklikler yaptım. Eminim ki Esra, Atatürk ile böyle ortak bir yönleri olduğunu bilse çok sevinirdi.

Sağolasın tombul melek, sayende hepimiz birlik olduk, Kevgir’in Aralık sayısını senin için çıkarttık. Seni görmek demek, yüzünü görmek demek değil, sevgini ve dost elini hissedebilmektir. Bu yüzden de her zaman yanımızda olacaksın…
------------------------------------------------------------------------------------------------
CANCAĞIZIMA….

Kevgir'in ilk sayasının çıktığı ilk gündü..Büyük bir heyecanla derginin misler gibi kokan sayfalarını gezinirken birden özel sebeplerle zıtlaştığımız bir ismi gördüm. O da tarifini yayınlamıştı. Çocukluk işte,azcık kırıldım Esra'ma.. Gittim bloğuna en son yayınladığı tarife tek cümlelik bir yorum yazdım: "Ellerine sağlık" Akşam beni msn de görünce hemen sordu; "o yorum senin yazacağın bir yorum değil,bir kırılganlık sezdim" diye.. Anlattım ben de sebebini, dedim çocukça bir şey işte,sen bana bakma :))
Gülüştük sonra..
Bir sonra ki ay için bana etli nohut yemeği yapıp,güzelce resimlerini çekmemi istedi.. Aksilik gibi derginin çıkmasına 15 gün vardı ve benim bilgisayarım çöktü ertesi günü ve 2hafta giremedim internete.. O kadar üzülmüştüm ki, cancağızım benden bir şey istemişti ve yapamamıştım..
.....
Bundan sonrasında kelimeler boğazımda düğümleniyor, parmaklarım klavyenin üzerinde isteksizce dokunuyor..
Esrammm CANCAĞIZIM seni çok ama seviyorum.. Ben biliyorum ki inşaallah cennette seninle sıkı sıkı kucaklaşacağız.. O zaman seni hiçç bırakmayacağım.. Bekle beni…
Dualarım ve gönlüm daima seninle Cancağızım
Lulu'n…
------------------------------------------------------------------------------------------------
14 kasım sabahı erkenden oturmuştum pc başına....derken Esracımın mesajını okudum."Sevilcim Kevgirin Aralık sayısı için bir buluş yaparmısın " yazıyordu.sevinçten havalara uçtum.hemen Esrayla bağlantı kurdum.benden Oktay Ustamın proğramı Yeşil Elma için icad ettiğim bumbada pastam gibi çok değişik bir lezzet buluşu yapmamı istedi.bende ona "bu işler kolay olmaz rüyaya yatmam lazım "dedim.ve ona Kayserideki blogcu gününe gelemediği için birazda sitem ettim.cevabı kısmet olmuştu.ah Esracım ahh!! kısmet böyleymiş demekki nediyeyim..şimdi mail adresindeki kayıtlarımız ve yorumların var bende senden kalan hatıra.. bide sarı minik kedin...Esracım ben aralık sayısı Kevgir dergin için borçluydum sana ve işte senin için, dediğin gibi bir lezzet buluşu yaptım.hep kalbimde ve maneviyatımda olacaksın ve birgün ahirette buluşacağız kısmetse....
BUMBADAROWNİ tarifi için
------------------------------------------------------------------------------------------------
Hüzünlü Pastanın Hüzünlü Fotoğrafları
Yiyecek blog dünyasına girişim çok olmadı. Ama blog takiplerim çok daha önceleri başladı. Sonra blogcu arkadaşlarla paylaşımlarımın olmasını daha fazla bekleyemedim ve bir blog hazırladım. İlk günlerde karşıma çıkmıştı Kevgir. Ne güzel bir fikir ne de güzel itinalı hazırlanmış demiştim. Bannerını sayfama eklemek istedim. İlk günlerin acemiliği işte nasıl olacağını soran yorumumu Kevgir'e bıraktım. O arada becerebildim gerçi. Esra gelipte bannerı görünce şirin bir yorum bırakıp gitmişti. Esra ile tek münasebetim budur aslında ama ne önemi varki. Önemli olan burada sevgi dolu bir insanın sevgi dolu paylaşımlarına şahit oldum.

Cuma günü vefat haberini aldığım sırada yukarıda gördüğünüz pastayı yapıyordum. O moral bozukluğuyla pastayı bitirmek zorunda kaldım. Hadi bir iki kare resmini çekeyim dedim ama öyle artistik resimlerle uğraşacak halim yoktu ve fotoğraf makinasının ayarlarını bile yapmadan çektim resmini. Gördüğünüz gibi pek hoş olmadı. Ama olsun bu fotoğraf üzüntünün fotoğrafı olarak arşivimde yer aldı. Hatta pastayi eşimin iş yerine götürmüştüm bir arkadaşının doğum günü kutlanacaktı. Ofisteki masanın üstüne öylece bıraktım. O resmide sonra eşim çekmiş. O yüzden masanın üstündeki afişte karede yer aldı.
Sonra yeşimli tariflerden bir mesaj geldi, Esra'nın sevdiği, yaptığı tariflerin yer alacağı Kevgir özel sayısı çıkarılacak diye. Ben de özellikle bu pastayla katılmak istedim. Sağolsun arkadaşlar kabul ettiler. Pastanın yapım aşamalarını maalesef çekemedim. İşte pastanın tarifi ve detaylar:



7 yorum:

Adsız dedi ki...

Merhaba
Derginizi çıktığı ilk günden bu yana takip ediyorum. Sevgili Esra'nın anısına hazırlanan bu sayı en güzel sayınız olmuş . Umarım bir yerlerden bunları görüp mutlu olmuştur. Rahat uyu Esra.

Ayşegül dedi ki...

herkes o kadar güzel yazmış ki hem ağladım hem güldüm.. hepiniz harikasınız.. Esra'lı anıları dünlemek çok güzeldi..
böyle insanlar arasında olmak çok güzel bir duygu...
herkese sevgiler..

Disalce dedi ki...

yaaa hani gülecektik....her yazı dahada duygulandırıyor beni....

Adsız dedi ki...

Merhaba hepinize.ellerinize emeğinize sağlık.Her ay takip ediyorum kergiri ama bu ay farklıydı tek tek okudum yazılanları.Esra benimde sık kullanılanlar listemde yer alıyordu her sabah sizler gibi onu da takip ediyordum.Ölümüne çok üzüldüm hala kendi bloğuma bişey ekleyemiyorum.Onun sayfasına girdiğimde bir tuhaf oluyorum.Allahım mekanını cennet etsin.Ve sizler arkadaşlığı, dostluğu, kardeşliği ne kadar güzel yansıtıyorsunuz.Hepinizi ayakda alkışlamak istiyorum.Bende sizlere yardımzı olmayı çok isterdim ama olmadı inş bundan sonra olmayı çok isterim.Sevgiyle kalın.Herşey gönlünüzce olsun.Ve Esra yattığın yerde rahat uyu arkadaşların seni çok seviyor...

NiNo dedi ki...

seni cok ozluyourz cok ozlicez yazdik yazdik ama anlatacak ole cok sey vardiki bu kadarla yetindik

Adsız dedi ki...

Herkese merhabalar...

Gerçekten çooook uzun zamandir blogumla ve arkadaslarimla dogru dürüst ilgilenemiyorum...
Bir arkadasimi ziyaret edeyim dedigimdede, son zamanlarda hep sevgili Esra'yla alâkali bir yaziyla karsilasiyorum...
Ve nasil üzülüyorum...
Bende O'nu çok yakindan tanimiyorum, ama harika bir blog birakti bize... Harika tarifler, iç açici resimler...
Keske O'nu daha yakindan taniyabilseydim... Ama keskeler fayda etmiyor iste.
Kevgir'in Esra'li sayisini basindan sonuna büyük bir ilgiyle okudum...
Ne güzel bu kadar sevilebilmek, ne güzel böylesine hatirlanmak...
Allah mekânini Cennet eylesin insallah... AMIIIIN.
Geride kalanlara ise bol bol sabirlar versin... Hiçmi hiiiç kolay degil... Rab'bim Onlarin yardimcilari olsun...
Senay
benimdunyam80.blogcu.com

Hatice Gokturk dedi ki...

Dün akşam annemle oturuyorduk bilgisayar başında. Daha doğrusu ben site site geziniyordum oda benim ne yaptığıma bakıyordu. Esra Hanımın sitesini bulduk. okuyorduk bir patlıcan kebebı tarifine rastladık aynen şu cümleyi kullanmış.

İlkokul 1. sınıfta okuma ve yazmayı öğrendiğim ilk günlerde başladı tutkum. İstanbul’da Gümüşpala İlkokulunda idim. Canım öğretmenim (kendisinden uzun yıllardır haber alamıyorum) Sabiha CELEP (belki bir tanıyan olurda yazar diye adını yazdım). Sınıfımızda müthiş bir kütüphane bulundururdu. Her hafta istisnasız değiştirirdim. Bu dördüncü sınıfa geçene kadar böyle devam etti. Tam o yıl hepimize “artık sizde kitap sahibi olmalısını, bu yüzden yaz tatilinde en az 2 kitap alacaksınız dedi”....

ben Hatice. Annem Sabiha CELEP. Annem Esra Hanımın ilkokul öğretmeni. hemen mail attım akşam Esra Hanıma ama sanırım geç kaldım. Anneme nasıl söylerim ki. maile cevap gelmedi diyeyim vefat etmiş nasıl derim. Annem çok mutlu olmuştu.